Banu Karadağlı'yı kendi ağzından tanıyacak olursak;
1973 yılında İzmir’de dünyaya gelmişim. Basketbol oynadığımdan dolayı küçüklükten beri her hafta deplasmanda olduğumuz için bunca yıl Türkiye’nin her ilini gezme, görme imkânım oldu. İzmir’in insanları bana göre çok farklı. İyi ki İzmir’de dünyaya gelmişim diyorum.
Annem Latife Karadağlı ve babam Hilmi Karadağlı’ya gelince. Annem ve babam İstanbullu. Ailem İstanbullu. 52 yıl önce 1968 yılında iş amaçlı İzmir’e gelmişler. Sonra burada yaşamaya devam etmişler.
Baba tarafım Dağlık Karadağ bölgesinden. Anne tarafım Bulgaristan Deliorman bölgesinden. 1850 – 1915 arası.
Azim, eğitim, doğru yönlendirme. Genetikten daha önemli, bizim ailemizde olan kaliteler bunlar. Azim, eğitim ve savaşçı ruhumuzun olması başarıya giden anahtar diye düşünüyorum.
Annem lise yıllarına basket oynamaya başlamış .Ortaokul yıllarında uzun atlama. Yüksek atlama. Voleybol ve sonrasında basketbol oynamış. Beden eğitimi öğretmeninin ısrarı ile basketbola geçiş yapmış. Annem o yıllarda okullar arası maçlarda oynarmış, ortaokul ve lise yıllarında. 68 yılları. O zamanlar büyük turnuvalar v.s. yokmuş tabii. Babama gelince o müzisyendi. Ajda Pekkan. Sezen Aksu. Zeki Müren’in orkestra şefiymiş. İlk saksafoncularındandır aynı zamanda. Babam benim müzisyen olmamı istiyordu. Yeteneğim de vardı ama ben top peşinde koşmayı ve erkeklerle oynamayı çok seviyordum. Genlerime gelince sanırım annemden geçmiş çünkü annem her branşta çok iyiymiş.
Ablama gelince. Bahtsız ablam. Ben hep erkeklerle basketbol oynardım hatta ilk onları görerek, seyrederek onlarla oynaya oynaya başladım. Ablam da ben oynuyorum diye başlamış. Esasında ablamın da yeteneği vardı çünkü hem okul hem kulüp bazında oynadı ancak sonra onun transfer olduğu kulübe ben transfer oldum işte orada işler karıştı! Bu arada pozisyonlarımız farklıydı ancak ablam sonrasında onun söylemine göre ben fazla yetenekli olduğum için basketbolu bırakma kararı aldı. Şimdi düşünüyorum da gerçekten iki kardeşin aynı yerde oynaması büyük handikap. Ama yine de bence ablam için en iyisi oldu. Çünkü ablam benden daha zekiydi. Teşekkür, taktir alırdı. Bense 7 zayıf 9 zayıf getiren ve basketbol oynadığımdan dolayı sürekli okullara transfer olan, o okul takımlarında basketbol oynayan ve müdürler tarafından sınıfı geçirilen bir çocuktum. Annemle babam, ablamdan sonra erkek çocuk isterlerken ve onun hayali ile yaşarlarken ben doğmuşum ancak eminim ki erkek çocuğunu asla aratmadım… Bu arada bizim genlerde genelde tarih, coğrafya ve fizik profesörleri var. Spor sadece annem ablam ben de var.
Ajda Pekkan, henüz müzik hayatına başlarken babamla çalışıyordu. Selma Güneri, Öztürk Serengil, Zeki Müren, Coşkun Sabah, Sezen Aksu… Bu kıymetli sanatçıların orkestra şefliğini yaptı ve arkalarında çaldı. 20 yaşında ilk saksafonla başlamış. 15 – 20 yıl çalıştı. Akordiyon, vibrafon ve piyano çalıyordu. Aynı zamanda şantördü. Türk Sanat Müziği hariç her türlü müziği çalar, Türk ve yabancı şarkıları çalar ve söylerdi.
Saksafona nasıl başlamış? Askerde bando izlemiş, sonra saksafon dersi alıp başlamış ve ilerlemiş. Babam her gün saatlerce saksafonla aynanın karşısına geçip o kadar çok prova yapardı ki bir an önce işe gitsin diye dua ederdik. Tabi akordiyon, vibrafon da aynı şekilde.
Küçükken okula gitmek istemezdim ve ben okumayacağım derdim hep. Hatta annem ilkokul 3’cü sınıftan itibaren bana ders aldırmaya başlamış. Basketbolda araya girince fena dağıldım. Ortaokul. Lise. Kendimi bildim bileli ders aldırdılar. Bunun yanında da dediğim gibi okulu temsil ettiğim için ve genelde Türkiye şampiyonaları için okul değiştirdiğim için zayıfta getirsem geçiriyorlardı. Bizim zamanımızda çok iyiysen kulüp bazında aynı anda 3 ya da 4 kategoride oynayabiliyordun. Bunun dışında okul takımında oynuyordum ve İzmir karmasına da seçilmiştim. Tüm bu kategorileri düşünürseniz nefes almaya zamanımız yoktu ve tabii kulüp servisi herkesi dağıttığı için gece 01.00 sularında her gün evde oluyorduk.
Hayatımın üniversite yılları da pek parlak geçti diyemeyeceğim. 9 Eylül Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’na 1991 yılında girdim ancak okulu 9 senede bitirince okulumun ismi Celal Bayar Üniversitesi oldu. Normal zamanında mezun olsaydım doğrudan Millî Eğitim’de görev alacaktım ancak 9 senede bitirince KPSS sınavı çıktı. Bu sınavda başarılı olursam Millî Eğitim’de çalışabilecektim. “Okul birincisi kazanamamışken Banu, gerek yok sen özel okullarda öğretmenlik yap” dedim içimden. Eski adı 1. Lig ancak şu andaki ismi Süper Lig olarak geçiyor. 1. Lig’de oynardım üniversite zamanı. Üniversiteye de pek uğramadım işin aslı.
Hatta size şöyle söyleyeyim; ablam ve ben hayalimizdeki işleri yapmamız nasip oldu. Ablam küçükken uçaklara bakıp “Ben hostes olacağım” derdi. Ben de beden eğitimi öğretmeni olmak istedim çünkü spor akademisine gidersem basketbolumla doğru orantılı gideceğini sanıyordum ancak millî de olsan 1. Lig’de de oynasan değişen bir şey yoktu derslere giremiyorsan o derslerden kalıyordun. Bunu okulun ilk günü spor ve bilim hocasından sınıfça öğrenmiştik. Benim hayatımda basketbol önceliğim olduğu için ve evlenmeyi de düşünmediğim için okula pek önem vermedim ancak 3’cü sınıfta çocuklarımın babasıyla tanıştım 4. sınıfta evlendim. 5. sınıfta çocuklarımı dünyaya getirdim. Burada çok önemli bir şeye değinmek istiyorum; benim hayatıma damga vuran annemi şöyle ki beni istemeye geldiklerinde bile ben deplasmandaydım yani ben orada yoktum. Annem, kayınvalideme ve pederime “Kızımın bir tek şartla oğlunuzla evlenmesine izin veririm. O da kızım üniversiteyi kesinlikle bitirecek. Bana bunun sözünü verirseniz kızım kızınız olabilir” demiş. Tabii ben çocuk yaptıktan sonra sabahın 5’inde kalkıp 6’da servise binmek, okula gitmek, öğle teneffüsünden önceki dersi ekip, Ege Üniversitesi’ne gidip, antrenörümden özel antrenman alıp idman sonu tekrar Manisa’ya gitmek derslere girip, okul çıkışı eve gidip çocukları alıp antrenmana gitmek takdir edersiniz ki aşırı zordu ama annemin zoruyla okuldan mezun oldum. Ve onun sayesinde boşandıktan sonra yine basketbola devam edip sonrasında her sene farklı bir ile transfer olmak çocuklarla oraya taşınmak zor geldi ve öğretmenliğe başladım. Geçimimizi annem sayesinde yaptım onun sayesinde çocuklarımı doyurdum. Bu yüzden annemin hakkını ölsem yiyemem.
Basketbol dışında beni mutlu eden şeyler;
Psikoloji kitapları okumak. Dans etmek. Müzik dinlemek ve yemek yapmak. Hafif müzik, Batı müziği. Nathalie Cole, Frank Sinatra, Tom Jones… Bu sanatçıların şarkılarıyla büyüdük. Her türlü sebze yemekleri, her çeşit yemeğe karşı aperatifler dahil yemek yapmayı ve tarif öğrenmeyi, araştırmayı çok severim. Sevgiyle aşk ile yaparım ve sunuma çok önem veririm. Muhakkak masada çiçek vardır.
Rengigül Ural ile yapılan röportajdan alıntılar yapılmıştır.